31 Ocak 2017 Salı

MÜZEYYEN


Odanın küf tutmuş sol yanına pas tutmuş son çiviye çaktığın kaderini görüyor musun? Ben seni görüyorum Müzeyyen. Benim bağrıma bastırdığın o raptiyenin kanı hala durmadı, o lanet geceyi henüz kimse unutmadı. Başlattığın yangının isi karartmış duvarlarını besbelli; göz yaşınla söndürmüşsün kıyameti. Radyoda çalan son şarkı ve o yolda attığın ilk adım, mıh gibi kazınmış aklına. Silemezler, silemezsin. Hatırlıyor musun çocukluğunu? Sevinçle bindiğin bisikleti yitirdiğin ilk anı, oğlandan hallice kestirdiğin o saçları, ilk arkadaşını son görüşünü; belki hepsinin yükü kalktı üzerinden. Çocukken aldığın yaralara girdiğin her yaşı yama yaparak kapattın da bu on dokuz yaşının yarasına asla bir merhem bulamayacaksın. Ben senin sözünü değil içini duyuyorum Müzeyyen, bilmiyor musun ki aslında ben "sen"im. Geçmişi bileklerinden bir jiletle kazırcasına, ayaklarına hatalarını bağlayıp kendini denizlere atarcasına, sırtındaki bıçakları cümle alemden gizleyip her gece sızısına uyanırcasına bu yakarışlarını duyuyorum. Kimse bilmez lakin ben senin hırçın yanının kırılmışlığından geldiğini biliyorum. Gözlerini kapattığında ışıksızlığın siyahını değil de kederin kasvetini görüyorsan aldığın darbelerin ruhunu dümdüz edip seni şu gençliğinden etmesindendir. Müzeyyen, bakma öyle kara toprağa. Her gece kabusları koynuna alıp kan ırmaklarından umma sabahları. Göğsünü yarıp geçen tehditleri teselli etme, temenni etme bu yolda güzel yarınları. Şu kavak yelleri esen başına gelenler tesadüf değil tevafuktur Müzeyyen. Senin gözünü kör etmiş pembe bulutları unutman gerekiyordu. Artık çocuk değilsin. 


Arka fonda iyi gider Low-Lullaby

19 Ocak 2017 Perşembe

BİR UFAK İMKANSIZ HAYAL


Masamızı yakutlarla donatıp, şarabımıza faniliği meze yapardık belki; ben dipsiz kuyularda nefessiz kalmasaydım. Aç içimi bak, ciğerlerimde en son yerle yeksan ettiğim dünyamın tozunu dumanını göreceksin. Ölmeseydim, ölümü latife yapardık gülden dudaklarına. Kadife örtümüzün üstüne gençliğimizi serer, masanın altından yarım asırlık bedenimizi toplardık. Belki ürkek belki patavatsız bir gülüş daha çalardım Tanrıdan. Bastığımız toprağa ortancalar saçar, ihtiraslarımızı denize döker, itirafları koyardık masamızın sağ yanına. Yitirmeseydim son nefesi, bir seni okur; bin seni yazardım. Şiirler, masallar, destanlar dökülürdü eteklerimizden. Gecenin lacivertine yama yapardık bir çocuktan hallice suç itiraflarımızı. Ben bu dumanlar içinde boğulmayıp, dört duvar arasında yok olmasaydım boşalan kadehe mey niyetine kaybettiğimiz zamanı koyardık. Kırmasalardı kolumu kanadımı bahar havasını bir nefes fazla almak için karşıma tüm düşman ittifaklarını alır, cephanemi hayaller bilir menzili güzel yarınlara çevirirdim. Akasyalar bir anne gibi uzatırdı kollarını gökten üzerimize. Kah gölgemiz, kah evimiz olurdu. Belki o zaman şimdi düşman olduğum dünyayı sevebilirdim. Olmaz mıydı? Pek ala olurdu; solmasaydı bu kadar erken çiçekler. 



Manuş Baba sevmeyenlere Manuş Baba sevdirecek link

18 Ocak 2017 Çarşamba

KIRGINLIĞIM KENDİME


Ben içimde hep bir Adem büyüttüm, kendimi Havva sanarak. Yeri geldi Kays'ı andım, çöldeki Leyla olduğumu umarak. Bir adam yarattım içimde, onu olmadık bedenlerde sanıp kendimi de olmadık sevdalara koyarak. Nitekim yaşamak, bazen bir gecede yıllandırıyor insanı. Bana sorsanız üç ay önce sevdanın kudretine inanırdım, şimdi köşe bucak aşkın gazabından kaçıyorum. Yaralarım var, acılarım çok, zamanım onlara nispeten baya az. Bir kurtuluş kapısı açmış kendini bana sonuna kadar, cehenneme davet ediyor ısrarla. Bir çözüm yolu arıyor gözlerim, ne baktığım yerde yarına dair bir umut görüyor ne de bu ızdırabı dindirecek bir merhem biliyorum. Bak vakti zamanında hayatıma öpücükler konduran insan şimdi sırtıma bıçaklar saplıyor. Peşine düşüp denizler aştığım hayallerim diyarlar ötesinden vedaları kondurup parmak uçlarına el sallıyor. Saçlarıma hüzün karıştırıyor rüzgar. Sizin üzerinize kar, benim üzerime kıyametler yağıyor. Biliyorum dünlerimin bugünümle artık hiç bir bağı yok. Ben o gemileri çok önceden ateşe verip, demir attığım tek limana ellerimle kibriti çaktım. Bundan sonra sırtımda büyüyen hançerlerin de, yüreğime saldığınız korkuların da benim neznimde hiçbir önemi yok. Çünkü ben içimde yarattığım adamı kefenlere sarıp kıblesini de tövbeler ettiğim sevdaya çevirip gömdüm. Çünkü ben insanlara karşı beslediğim güveni tetiği çektiğim gibi vurdum, Kaybedeceklerimi içimden uzaklara atıp, varlığıma dört duvar ördüm. Şimdi sebepli ya da sebepsiz herkese küs, ziyadesiyle de kendime  kırgınım. 

Hayat benim elimden çok şey almıştır da en çok kundakta bir bebek kadar taze sevinçlerimi toprağa verdiğime üzüldüm. 

12 Ocak 2017 Perşembe

TANRI'YA SESLENİŞ


Ayaklarımın altına çividen yollar, gök kubbeme bombadan bulutlar mı koydun Allah'ım. Mürekkebi keder bilip mi yazdın alın yazımı? Oksijenini çektiğim dünya yakıyor ciğerlerimi, umutsuz yarınları taşıyorum damarlarımda. Kaderim rayından çıkmış sürükleniyor da üzerime kendime sığınacak bir mabet, içine sığacak bir mezar bulamıyorum. Şu coğrafya beni sevmedi, ne yapsam sevmiyor. Oysa ne farklıydı hayallerim. Ortancalar yetiştirip koyacaktım pencereme. Şimdi şu evin her yanı diken. Bu şehrin havasını soluyup güzel anılar koyacaktım çantama, şimdi şu şehre dair her şey kâbus. Öyle ki ne geldiğim yere dönmek istiyor, ne de burada yaşayabiliyorum. Kaçacak bir yerim olsa kaçacağım, kanatım olsa kuş olup göçeceğim. Tanrım, duyuyor musun? Gecenin karanlığı çöküyor üzerime, bulutlar bombadan yağmurlarını göz kapaklarıma düşürmeye başladı bile. Ne zaman bir uykuya dalsam savaş yeri oluyor ya rüyalarım, yine o uykulara dalmak üzereyim. Bin rüyadan uyansam bin birinciye dalamayacak vaziyetteyim. Bin harpten çıksam, bin birinci de mağlup olacağım. Bak bin savaşa göğüs germişliğimi biliyorsun, bir fazlasıyla sınama beni. Dayanamıyorum. Tanrım beni duyuyor musun? 

8 Ocak 2017 Pazar

OKYANUSTA BOĞULMAK


Uzun zamandır engelleri aşınca yazacağım ilk yazının ne olacağı hep muallaktaydı. Şu an anlıyorum ki yaşamın ortasında yapılan bu ilk için benim de muallakta kalmam lazımdı. Söz gibi muallak, bu yazı gibi sır. Siz şu satırları okuduğunuzda benim için dünyaya kurulmuş o sırattan ya geçmiş olacağım, ya Rabbin huzurunda "bana hayata tutunmam için neden bir çare vermedin." diye ağlıyor olacağım. Hatalar yaptım. Kötü yollara saptım ama ben hiç kötü biri olmadım. Şu an dibe çöküşümün tek sebebi üzerimde fazladan ağırlık yapan iyi niyetimdir. Vakti zamanında bir adam bana "Şu an bir okyanustayım ve git gide dibe batıyorum. Sorumluluklarım, sorunlarım, aşmam gereken engeller var. Ve eğer aşk diye bi şey varsa sen ya da bir başkası, o en tepede." demişti. Şimdi ben ondan daha dipte, ondan daha sorunlu ve ondan çok daha uzağım. Böyle olmamasını çok isterdim. Böyle olmasının sebebi tanımadan inandığım insana sunduğum zaaflarım, yanında olacağım derken tutsak oluşuma sessiz kalışımdır. Görüyorum ki yaşamak öyle tatlı, dünya öyle muhteşem bir yer ki. Lakin ben buralara sığamadım. On dokuz yaşındayım ve hep derdim ki yirmi çok büyük bir yaş. Ben yirmi olduğumda da on dokuzumu geçeli bir sene oldu diyecektim. Sanırım ben hep ondokuz kalacağım. Çünkü sallanıyor altımdaki ince köprü. Düşersem eğer o köprüden yapmayı istediğim şeylerde kalacak en çok aklım. Yeni bir blog açıp kırdığım kalemi tamir edecektim. Yeni bir şehire gidip her şeye baştan başlayacaktım. Baharın gelmesini bekleyip uzun yürüyüşlere çıkacaktım. Ve dahası aileme sarılacaktım. Gün gelecek sevdiğim adama başımdan geçenleri bir bir anlatacaktım. Yahut arkadaşlarımla görüşüp çekinmeden, utanmadan gülecektim. Belki gezecek, yeni yerler görecektim. Eğer dünyayı normal şartlar altında yaşıyorsanız gerçekten çok güzel. Fakat burası bana artık yaşamak değil çile. Burası bana yeryüzü değil mezar. O yüzden dünya cehennemimde değil, Allah cehenneminde yanacağım. Oldu da geçtim diyelim sırattan,  hayata dört kolla sarılıp; acılarımı yalnızlığımla saracağım. Bir daha güvenmeden, bir daha inanmadan, bir daha derdimi anlatmadan. Bir daha sevmeden, emeklerimi karşılıksız kimsenin önüne dökmeden. Benim hikayem çok uzun. Eğer hatalarım çığ gibi düşmeseydi üzerime seneler sonra gençliğimle iftihar edecektim. Çünkü eskiden herkes severdi beni. Ben hep derdim ki "üzülmek üzmekten daha hayırlıdır." Ne büyük gaflete düşmüşüm. 
6 Ocak 2017. Annemin dizinde babamın kollarında ağlamayı çok isterdim.