13 Kasım 2017 Pazartesi

BAŞLIK YOK, BAŞLIK BU


İçim safi düşüncelerle dolup taşıyor, hamallığını yapıyorum alnıma yazılmış kader çizgisinin. Yorgun ruh halime "iyi misin" sualleriyle daha da yorulmamak adına yapay iyilikleri yama yapıyorum. Güneş doğduğu an beni de aydınlatıyor çok şükür ancak geceler bir bana mı bu kadar karanlık oluyor bilmiyorum. Her zaman değil bazen, sabahları zor ediyorum. Bir adım geri atmaksızın geceyi kana boyuyor geçmişin atlıları. Kalkan tozu sindirmek de, o nalların bağrımı döve döve geçişini durdurmak da teşebbüs edilecek mevzular değil nezdimde. Çünkü bazı vakitler vuku bulan olayları yazgı çizgisinin dışına taşırdığın an idrak etmen mümkün olmuyor ki bazı idrak edişler mühim aydınlıklar getiriyorken bazı idraklar da üzerine iki metre toprak atıyor. Benim bu yarı deli hallerimi de çok ciddiye alıp sanmayın ki dertten geberiyorum. Nitekim öyle olmayı isterdim çünkü ayağımda bir prangayla dertten kaçmaya çalışıyorum. Yol-yordam bilmez felaketleri boynumda bir muska gibi taşıdığım, yüreğimde bâki bir sevda ile aşmaya çalışıyor; ne zaman gardımı düşürsem hala kaybedecek bir şeyim olduğu için toparlıyorum. Beni ayakta tutan şey umut etmekten ziyade bir başkasının bana karşı beslediği umut oluyor sanırım. Çünkü ben çok alıştım kurduğum hayallerin yıkılmasına lakin bir başkasının hayalini yıkabilecek kadar vicdanımı baltalamadığımı biliyorum. 
Vakit epey geç olmadan, mesela gecenin laciverti iyice koyuya çalmadan yahut güneş birbir söndürmeden gökteki  yıldızları bir son dileniyor içimden kağıda düşen cümleler. Dağıttığımı toparlayamıyor, söküğümü dikemiyorum. Ve bazı şeylerin dağınık, bazı şeylerin el değmemiş kalmasını kabul edemiyorum. Toparlamadan bıraktığım bu yazı tabularımı yıkmaya çalıştığıma bir delil, aşmaya çalıştığım eşiklere bir kanıt olsun. 


Yazının ruhuyla epey alakasız  havada bir parça bırakacağım. Bıraktım.