24 Şubat 2017 Cuma

SÖĞÜT AĞACI


Şikayetim de yok benim, şikayete mecalim de. Unutulmuş bir söğüt ağacı dibindeyim. Bir toprak üzerinde oturuyorum, oturdukça toprak oluyorum. Gök kubbe mi kaçıp gidiyor, bilmem ben mi batıyorum. Hafızamın köhne yerlerinde kendini asıyor mazi, "şimdi"leri çekip vuruyorum gözümü kırpmadan. Semada serçeler yaş döküyor yalnızlığıma, bir de onların katili oluyorum. Biliniz ki yine gece vakti cereyan ediyor tüm bu kıyametler. Ne zaman zifiri karanlık çökse ak düşürüyorum saçlarıma. Ne zaman aklıma "düşünmek" fikri gelse gündüzlerimden olup, üzerime doğacak güneşe hasret kalıyorum. Ben şu an unutulmuş bir söğüt ağacı dibindeyim, en az bu ağaç kadar toz tutuyorum. Bir kulağımda tavernaların şuh sesleri, bir kulağımda kimsesizliğin kimsesiz sessizliği. Şayet ölmek karanlıkta kalmak, ızdıraplar içinde yatmaksa zaman zaman yaşayan bir ölü oluyorum. Üzerimde sonbahar sessizliği, bedenimde kış soğukluğu ile nefes alıyorum. Güneş hafif aydınlığını getiriyor yavaş yavaş yeryüzüne. Buz tutmuş zirveler bile ısınıyor da bir ben ısıtamıyorum yüreğimi. Çünkü öyle darmadağın ve öyle tuz-buz ki bir türlü "bir" yapamıyorum. Eskiden her şeyi olduğu gibi sevebilen ben şimdilerde kendi derdimi sarıp sarmalayamıyorum. Kan ıslatıyor toprağımı, ala boyanıyor saçlarım. Söğüt döküyor yazın ortasında üzerime yaprağını. Şu hayatta bir parça ceset oluveriyorum. Geriye mirasım kalıyor "ah"larım, bir gemi yapıp karadenizde batırıyorum umutları.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder